Neden dil
sorunumuz olduğuyla ilgili farklı yorumlar yapılabilir. Kimi ruhsal kimi
toplumsal kimi de siyasal eksende yapılacak olan çözümlemelerin sonuçta
alışkanlıklara işaret ettiği görülecektir. Başlarda ne olmuşsa olmuş ne yazık
ki sonuçta alışkanlıklar dilin öğretmenleri olan bilimci, düşünür, sanatçı ve
yazarlarımızın usyapısını kuşatmıştır.
Burada bilgi,
düşünce, anlam, kavram, toplum, ekin, yönetişim, eğitişim gibi konularda
duyarlı olduğunu düşündüğüm ve yazılarını beğeni ile okuduğum bazı yazarların yakın
geçmişli yazılarında kullandığı yabancı terimlerden örnekler vererek Türkçe
terim bulma, türetme ve kullanma konusundaki zorluğumuza açıklık getirmeye
çalışacağım.
Zafer Arapkirli’nin 11 Ocak 2019 tarihli Cumhuriyet
gazetesindeki köşe yazısının başlığı: Cross-Dressing.
Yazar, yazıya okurun ‘yazar başlığı niye İngilizce atmış?’ diye merak
edebileceğini belirterek başlıyor. Hemen yanıtını veriyor: “Dikkat çekmek ya da
‘bakın ben ecnebi lisan da biliyorum’ ukalalığı etmek için yapmadım, emin olun”
diye yazıyor. Bu tabirin Türkçe karşılığının icat edilmemiş olduğunu söyleyerek
yazıya devam ediyor. İngilizcede karşı cinsin kıyafetlerini giyerek dolaşmaktan
hoşlanan bireyler ‘cross-dresser’, bu olayın kendisine de ‘cross-dressing’
dendiği açıklamasını yapıyor. Yazının içeriğinde Türkiye’de siyasetçilerin
seçim öncesinde karşı görüşün savlarını ödünç alıp kullanarak oy toplamaya
çalıştıkları, ‘karşı tarafın giysilerini kuşanıp arzı endam eylemeye
bayıldıklarıyla’ ilgili açıklama ve yorumlar var. Yazının sonunu da İngilizce
terimi bir kez daha kullanıp ‘Ne dersiniz? Başlıktaki cross-dressing tabirine
artık bir ulusal karşılık bulma zamanı gelmiş gibi…’ diyerek bitiriyor.
Yazılarını
zevkle okuduğum ve görüşlerinden yararlandığım yazardan bir zahmet edip bu
terimin Türkçe karşılığı var mı diye araştırma yapmasını beklerdim. Başlığa
konacak kadar önemli bir terimse eğer mutlaka bakmak gerekmez miydi? Bir de
yazının içeriği o terim üzerinde dönüyor. Bu terim ruhbilimde karşı cinsin
giysilerini giymekten hoşlanma (transvestizm) karşılığında kullanılır ve Türkçe
karşılığı da karşıt-giysiciliktir.
Türkçe haber kaynağında köşe yazan önemli bir yazardan yazısına başlık koyarken
Türkçe ve anlaşılır bir terim kullanmasını beklerdim. Yazar yazının girişinde ‘ecnebi lisan bildiği ukalalığı yapmak
istemediğini’ belirtirken acaba gerçekten ne demek istemiş olabilir? Yazardan
bunu düşünmesini ve yazının içeriğini anlatacak düzeyde Türkçe başlık atma
yetkinliğinde olmasına karşın yabancı bir terimi kullanmayı neden yeğlediğini
açıklamasını beklemek okur olarak hakkımızdır diye düşünüyorum.
Emre Kongar’ın Cumhuriyet gazetesindeki
köşesinde 12 Şubat 2019 tarihinde yazdığı yazının başlığı ‘Obscurantism: Bilmesinlercilik’ iken 14 Şubat 2019 tarihinde
yazdığı yazının başlığı ‘Obskürantist
rejim’dir. Yazar ilk yazısında İstanbul’un Kartal ilçesinde yıkılan bir
binayla (21 kişinin ölümüyle sonuçlandı) ilgili olarak konan yayın yasağından
söz ediyor. Bu yasakçı tutum ve davranışın adının, 1500’lü yıllarda bilgiyi
başkalarından saklayan, ‘bizden başka kimse bilmesin’ diyenler için üretilmiş
bir terim olan İngilizce ‘obscurantism’
olduğunu yazıyor. Bu ifadenin sonraki yıllarda anlaşılmaz kavramlarla
gerçekleri gizleyenler için de kullanıldığını açıklıyor. Yaygınağda
(internette) yaptığı bir araştırmayla da bu terim için bilgisizlik
taraftarlığı, örümcek kafalılık, belirsizlik, anlaşılmaz olma durumu, özgür
düşünce karşıtlığı, gelişme ve entelektüel ilerleme karşıtlığı gibi Türkçe
değişik karşılıkların verildiğini yazıyor, kendisi de ‘bilmesinlercilik’
karşılığını kullanıyor. Bu açıklamalarla yeni bir sözcük ve kavramla
karşılaşmış oluyoruz.
İlk yazıdaki
başlık yeni bir terimin tanıtılması için hoş karşılanabilecek düzeydedir. Ancak
2 gün sonra yazdığı yazının başlığını bu kez ‘Obskürantist rejim’ koyunca
farklı bir gerçekle karşılaşıyoruz. Bu sözcüğün, İngilizce özgün halinden
Türkçe okunuşuyla yazın alanımıza geçmiş olduğu gerçeği. Hoş geldin
‘obskürantist’ sözcüğü. İkinci yazısında karartmacılık, karanlıkçılık gibi yeni
karşılıkları da ekleyerek açıklık karşıtı olan ve gizliliği önceleyen yönetim
biçimini eleştiriyor. Yazısını da ‘Obskürantist rejime hayır: Yaşasın şeffaf
demokrasi!’ sözleriyle bitiriyor. Bilimci kökeni olan bir yazarın önceki
yazısında başlık olarak Türkçe karşılığını da vermiş olduğu bir terimi neden
Türkçe okunuşuyla İngilizcesini kullanmış olabileceği meraka değmez mi? Türkçe
sözcüğün açıklama gücü olmadığına inandığı için mi? Okurun ilk elden anlamasını
önemsemediği için mi? Kendisinin iyi İngilizce bildiğini göstermek için mi?
Yazı içeriğinin etki gücünün daha fazla olacağına inandığı için mi? Genel
okurun da artık İngilizce öğrenmesi gerektiğine inandığı için mi? Yoksa herkes
gibi yabancı sözcük kullanmanın büyüleyici etkisinde kaldığı için mi? Neden
böylesi bir kullanımı yeğlediğini kuşkusuz tam olarak bilemeyiz. Ancak konu
hakkında kendi çözümlemelerinin daha aydınlatıcı olacağını söyleyebiliriz.
Ahmet İnam’ın Bilim ve Ütopya dergisinin Şubat
2019 sayısında (296:5-6) yer alan Can Pınarından adlı köşesindeki yazının
başlığı ‘Can bilgi, can bilim’dir.
Bu yazıya yazar ‘bilgiyle yaşıyoruz ama bilgiyi yaşıyor muyuz?’ sorusuyla
girer. Enformasyon karşılığında malumat sözcüğünü kullanır ve bunu da yalan yanlış öğrendiğimiz, nedenini,
gerekçesini, temelini bilmediğimiz, içselleştiremediğimiz, başka
deneyimlerimizle bağlantı kuramayıp yorumlayamadığımız, sadece ezberlediğimiz
sözde bilgiler olarak tanımlar. Sonra da malumat yerine bilgimsi sözcüğünü kullanacağını
belirtir. Bilgimsiyi emek harcamadan
ulaşılan, kolayca tüketilip atılan çabuk
bilgi olarak ta tanımlar. Bilgininse
emekle, özümsenerek, zamanla geliştiğini açıklar. Bilgi sağlığı karşılığında da
henüz ‘literatüre’ girmediğini düşündüğü ‘epistemiyatri’
sözcüğünü önerir. Bilgi diye sorup soruşturmadan üzerine atladığımız çabuk
bilgimsilerin bilgi sağlığımızı bozacağını, dünyayı yanlış anlayacağımızı,
ilişkileri doğru kuramayacağımızı, duygu ve düşüncelerimizi bozuk
yaşayacağımızı söyleyerek kirli bilgilerden agnoesis
(eski Yunancada cehalet anlamında
olduğunu açıklar) mikrobu kapabileceğimize dikkat çeker. Sonra da bilgimsilerle
aşırı yüklenip gerçeklik duygularından kopmayı hiperepistemi, bilgi duyarlılığı yoksunluğunu hipoepistemi, bilgimsilerle yaşadığımızın farkında olmamayı ise epistemik körlük olarak adlandırır. Can
insanın temelsiz, dar, sığ, içselleştirilememiş bilgimsi kırıntılardan
kurtulmaya, onları aşmaya çalışmasını öneren yazar, her konuda bilgimsileri
bilgiye dönüştürme olanağımızın olmadığını, ama en azından bilmediğimizi
bilirsek epistemiyatrik bozukluklardan
kurtulma olanağımızın olduğunu açıklar.
Bu yazıda,
üretimi giderek artan bilginin kavranması, özümsenmesi ve insanlık yararına
kullanılması için bilgilenmenin yazarın deyimiyle bilgimsi ya da çabuk bilgiler
düzeyinden bilgi düzeyine çıkması gerektiği üzerine vurgu yapılmaktadır.
Kavranmayan ya da içselleştirilip özümsenmeyen bilgilerin yarar yerine zarar
verme olasılığına dikkat çekilmektedir. Bilgibilimi (epistemiyoloji) açısından
bakıldığında bilginin kirlenmeye ya da durulanmaya yol açan özellikleri olacağı
söylenebilir. Ancak bu ayrımı yapmak için yeni bir sağlık kavramına gereksinim
var mı tartışılır. Eğer varsa da bilginin özümsenip insanlık ve canlılık yararına
kullanımını sağlayacak bir yapılanmaya geçiş için anlam ve kavramı önemsemek
varken epistemiyatri, hiperepistemi,
hipoepistemi, epistemik körlük gibi terimleri kullanmanın nasıl bir
gerekçesi olabilir?
Türkçe
düşünürken bile yabancı sözcük ve terimlerden terim türetme girişimi ancak
usyapımıza çöreklenmiş alışkanlıklarla açıklanabilir. Bu sorun ne yazık ki
yaygındır. Düşünür, bilimci ve yazarlardan beklenen, anadilin köklerinden
beslenen sözcük ve terimler kullanmasıdır. Kuşkusuz dilde yeni kavramlar tartışılacak,
yeni terimler kullanılacaktır. Ancak anadildeki her kök ve sözcüğün yeni
terimler için tohum niteliğinde olduğu unutulmamalıdır.